Oldukça uzun bir yazı başlıyor...
Challenge'ın görseli ile açmak gerek. Twitter'da (İnatla "x" demiyorum.) her güne bir şey paylaşıyorum sonuçta ve her birinin bir sebebi var. Kullanıcı adım tabii ki "teorx". Başka bir şey düşünülemezdi. Bir nevi günlük niyetine kullanıyorum Twitter'ı.
Eski hesabımda yapmıştım bu challenge'ı. Üzerine pek düşünmeden yaptığım bir flood olmuştu. Bu sefer baya baya düşündüm şarkılar üzerinde. Nevermore hariç paylaştığım hiçbir şarkıcıyı/grubu tekrar etmedim (Nevermore'a daim kıyak bu profaylda!). Her bir şarkının anlamı üzerine de düşündüm. Böyle yapınca hem daha eğlenceli hem de daha zor oluyormuş. Hatta baya zor oluyormuş. Birçok günde birden fazla şarkıdan hangisini seçeceğimi uzun uzun düşündüm. Bu durum, daha sonra tekrar bunu yapabileceğimi gösterdi bana. Sık yaparsam zaten az olan takipçi sayımın 0'a düşeceğinden emin olduğum için duruyorum.
O zaman başlayalım hangi gün, hangi şarkıyı neden seçtim anlatmaya...
#Day1 - A song you like with a color in the title (Başlığında bir renk olan sevdiğin bir şarkı)
APerfect Circle - Blue
Yıl 2005. Üniversiteyi kazanmış, Ankara'ya gelmişim. Annemler de taşınmış Ankara'ya, abimler de zaten Ankara'da okuyor olduklarından yıllardan sonra evde. Hep beraberiz. A Perfect Circle (Bundan sonra metinde APC diye geçecektir.) DVD'si var evde. Abimler almış. Ben henüz yeni tanışıyorum APC ile. Maynard James Keenan abinin zaten adını bile bilmiyorum. Thirteenth Step albümü. Açıyorum DVD'yi. Çeşit çeşit şarkı, çeşit çeşit klip. 3 ayrı klibi olan Blue'nun şimdi de Youtube'da bulunan klibi inanılmaz etkiliyor o yaşta beni (Diğerleri neden bilmiyorum, yok.). Tam da Körfez Savaşı sonrası klip. Nedense klipteki ölünün asker olduğunu düşünmüşümdür hep. Maynard beyabi de West Point mezunu olduğundan öyle bir his mi verdirdi bilmiyorum.
"I didn't want to know/I just didn't want to know" diyerek başlıyor ya şarkı, ölümü kabullenmemenin, yasın çok üst noktasını görüyoruz klipte. Aslında esas olan bu, sapıklık değil. Sadece "sapıklık" olan bir şeyle bu durumun en üst seviyesi yansıtılmış, o kadar.
"Call an optimist, she's turning blue
Such a lovely color for you
Call an optimist, she's turning blue
While I just sit and stare at you"
Zaten klipte de mavi ışık tonu kullanılarak bu yansıtılıyor. Adamı mezardan çıkarıp eve getirdikten sonra mavi ışık hep. Ölünün rengi mavi/mor. Belki buradan da hareket edebiliriz. "She's" dediğinden de hareketle yaşarken ölen kadını da işaret etmiş olabilir. Bak, şimdi düşünüyorum tüm bunları. Karşıda gözleri kapalı ölü adam, kadına dönük sonuçta. "Stare" de kadına yani. Ay, ben neden inceliyorum ki şimdi? Neyse.
Bu şarkı hep üniversitenin ilk yılı benim için. Bir yerde de bahsettiğim klibiyle büyük şok.
#Day2 - A song you like with a number in the title (Başlığında bir sayı olan sevdiğin bir şarkı)
Nevermore - Sentient 6
Nevermore'la 2003'te çıkan Enemies of Reality albümü ile tanıştım. Kötü ses kaydı, doğru bilgi edindiysem, yapımcının bok yemesi. Daha 17 yaşındayken tanışmış olmama rağmen bir geç kalmışlık hissi var Nevermore'a karşı. Bu durumun belki de temel sebebi cennetmekân Warrel Dane Efendi'nin 2017'deki vefatı (Anlamzsızca overdose'dan öleceğini düşünürdüm hep ancak sebep kalp krizi oldu.). Yaşasaydı belki bir konserine gidebilirdim. Olmadı tabii. Neyse.
Overdose romantik bir şarkı hissi veren her şarkı aşk şarkısı olmaya mecbur değil. Bu durumun belki de en iyi örneği Sentient 6. Bir robotu dinliyoruz şarkıda, diğer robotların insanlardan nefret ettiği bir dünyada insanları anlamaya çalışan. Hayal etmeyi öğrenmek ister bu robot, aslında merak ettiği de bu his. Anlama çabası da hüzün verdiği için belki de şarkının böyle hüzünlü tonda olması çok hoş olmuş. Warrel Dane abinin deha olduğuna inanan biri olarak (Bu bilginin aslında bu metne hiçbir katkısı yok.) bu şarkıya da bayılıyorum.
#Day3 - A song that reminds you of summertime (Sana yazı anımsatan bir şarkı)
Mavisakal - Ne Kadar
Yıl 1998 zannederim. Henüz 6. sınıfım. Kargo'nun Yalnızlık Mevsimi albümü çıkmış. Biz de (3 kardeşten bahsediyorum.) bu vesile ile rock müzikle tanışıp mevzuya giriş yapmışız. Abimin bir ergenlik aşkı var, ilk aşkı. Şimdi düşününce kızın ne kadar mal olduğunu daha iyi idrak ediyorum. Gerçi dur ya hakkını yemeyelim, o yaşta hepimiz biraz malız. Neyse. Bu bacı bize Mavi Sakal demiş. İki Yol'un klibi nadiren de olsa TV'de çıkıyor. Tabii ki abimler gitti ve Mavi Sakal'ın Kan Kokusu albümünü aldı. Bizim ateri hâlâ sağlam. Yazları abimlerin odada 37 ekran minnak bir TV var (Plazma, LED falan daha hak getire, her TV tüplü.), ona takmış oynuyoruz. Arada bir bozulmuş, içini açıp saçma sapan sağı solu ile oynamışız aterinin. Anlamsızca çalışmaya tekrar başlamış ancak siyah beyaz olmuş. Siyah beyaz hâli ile o kadar çok oynamışım ki zihnimde tüm oyunlar siyah beyaz. Neyse. Bir oyun var bu ateride, bir Eskimo'yı buzlardan atlatıyoruz, balık tutturuyoruz, atladıkça iglosu tamamlanıyor. Bir ayı var, ondan kaçarak igloya girmeye çalışıyoruz falan. Elimde joystick. Yatılı okuyan abimler eve gelmiş, onlar da odada. Erken ergenin yaz keyfi. Öğleden sonra hazırlanıp denize gideceğiz. Abimler arkamda giyinirken onlara dönmeden oyunu oynamaya devam ediyorum. Genç Osman Yavaş'ın sesi geriden geliyor, "Ne kadar yoruldum, ne kadar / Bizim için hiç olanlar sizin için ideal / Sen uzaklarda üstlerde ben kendi kendime..."
#Day 4 - A song that reminds you of someone you'd rather forget (Unutmayı tercih edeceğin birini anımsatan şarkı)
Opeth - Harvest
Ergenlik, lise 2. İlk aşk. Uzunca anlatmıyorum bunu, saçma sapan bir eleman. Nereden sevgili oldum, mal mıydım diyeceğim ama demek ki malmışım (Belki hâlâ malımdır.). Bol bol bu şarkıyı dinlerdik. Lise 3'ün başlarında öğrendim ki beni o dönemdeki kankamla aldatmış. Kimseye bir şey demedim. Ona da kankama da. Önce onla ilişkimi bitirdim, sonra lise bittiği gibi kankamla. Bir daha aramadım, sormadım ve sessizce gittim. En sevdiğim iş sessizce gitmek. Anlatınca anlamayacaklarsa neden anlatayım? Bu sözü şiar edinmiş olsam da bazen aptal gibi anlatmaya çalıştığım da oluyor. Bu huyumu tamamen sileceğim ama.
#Day5 - A song that needs to be played loud (Yüksek sesle çalınması gereken bir şarkı)
Moonspell - Everything Invaded
Üniversiteye hazırlanırken Sin/Pecado albümü ile tanıdığım Moonspell'in 2003 tarihli Antidote albümünün enfes şarkısı... Gerek Fernando Ribeiro'nun vokali, gerekse solo insanı mutlu eder. Çok bir anı yok bu şarkı için. Düz, dümdüz çok seviyorum. Anlamına zaten translate ile baksın İngilizce bilmeyenler. Ancak pişman olmazsınız dinlediğinize. Gerçekten sesi açın ve mümkünse kaliteli bir kulaklık ile bangır bangır dinleyin.
#Day6 - A song that makes you want to dance (Dans etmek istemeni sağlayan bir şarkı)
Pati Yang - Switch Of The Sun
Polonyalı, konservatuvar okumak için evden kaçıp Londra'ya giden Pati Yang bacımızın eğlenceli, tatlış şarkısı. Üniversite son sınıfta iken tanıştım Pati Yang ile de. Erhan abim sağ olsun. Son albümünün 2011 tarihli olması hâlâ içimi acıtır. Çok pop dinlemeyen ben, bu ablamızı büyük bir mutlulukla dinlerim. Böyle depresif, "ay histerikçe ağlıyorum" denilen bir şarkıda insan dans etmek ister mi? İster. Tam o depresiflikle bir süt içip uyuma isteği... Ancak bunu yaptıktan bir süre sonra ayılacaksın, tekrar kendine geleceksin. Bu şarkının dans hâli belki de bunu işaret ediyordur?
#Day7 - A song to drive to (Sürüş için bir şarkı)
The Mars Volta - Aegis
Yine Erhan abimden öğrendiğim güzelim prograsif rock grubu The Mars Volta. Ne zaman Nevşehir'e yola çıksak abim The Mars Volta açmıştır. Yolculuklarımızda Tuz Gölü'nün yanından geçerken hep bu şarkı denk gelir. Nasıl denk gelir bilmem. Ama hiç unutmadığım saçmasapan bir anı var bununla ilgili. İlk akıllı telefonum ile mosmor görünen Tuz Gölü'nü videoya çekiyorum. İnstaya atmaya niyetliyim. Henüz hikâye özelliği bile gelmemiş. Tabii yine bu şarkı çalıyor (Bu arada biz hız denemeleri yaparken çevreyolundan Konya yoluna inişi kaçırıp teee Mamak tarafından geri dönüp Konya yoluna öyle inmişiz. Öyle bir denk geliş yine.). Arkadan biri sıkıştırıyor falan ve abim kızıyor, "Yok öyle sağlamak, sikerler." diyor. Videoyu sesli olarak instaya da yükleyemedim, kimseye de gönderemedim bu nedenle :) Ama nadiren küfreden abimin bu kadar içten bir şekilde "sikerler" demesi hâlâ kulaklarımda. Muazzam bir vurgu, muazzam bir an. Neyse. Abimin bol bol bu şarkıyı açması ve bu anı yol/yolculuk denince hep bu şarkıyı aklıma getirir. Kendim araba kullanırken de ilk uzun yolcuğumda bu şarkıyı açmış, mutlu olmuştum.
Diğer yandan bu şarkıda bir "uzun ince bir yoldayım" vibe'ı var. "The days are catching up to me / My unconscious fear unbound / Is it time to tailor fit the notion / That come Sunday I'm in the ground? / The obelisk fumes have occupied / Emphatically austere / A smelter pile made by the debt collector / Where the children should be seen, not heard / Even if there is no way back home / I'm not running away"
Aegis, Athena'nın göğsüne takılı yılan ve gorgonlarla bezeli bir zırh. Bu bakımdan zaten pazar günü gömülmeyi bekleyen biri için zırh ne kadar koruma sağlayabilir? Kaçmadığını da belirtiyor. Şarkının ilerleyen kısımlarında "I am dead, I will escape" derken en sonda "Am I dead, will I escape? / I'm not running away" diyerek de sonlandırıyor. Öldüysek kaçıyoruz ama ölmediysek?
#Day8 - A song about drugs or alcohol (Uyuşturucu ya da alkol hakkında bir şarkı)
The Avalanches - Frankie Sinatra
İnsan kullansın, kullanmasın bir önemi yok, kafası biraz kırıksa uyuşturucu ya da alkol hakkında çok sayıda şarkı biliyordur. Ha deyince gelmez aklına ama nerede öyle şarkı varsa bulur. Bkz. bendeniz. The Avalanches'ı iki yıl kadar evvel Frontier Psychiatrist ile tanıdım. Çeşitli film ve TV programı repliklerinden kesilerek oluşturulmuş bu şarkı gerçekten çok iyiydi. Frankie Sinatra'da da Wilmouth Houdini'nin 1947 yılında çıkan Bobby Sox Idol şarkısından alınmış nakarat. Genç kızların aktör-erkek şarkıcı sevdasının ele alındığı bu şarkının yerleştirildiği şarkıda rap kısımlarda uyuşturucu kullanımı, halüsinasyonlar ve zihinsel karmaşa ele alınıyor. Tüketim kültürü eleştirisine de tabii ki yer veriliyor. Oldukça eğlenceli. Klibi çok güzel ve zevkli idi ancak Youtube'dan kaldırılmış maalesef. Bu şarkı da bana bir dans etme ve iki kadeh içme isteği veriyor.
#Day9 - A song that makes you happy (Seni mutlu eden bir şarkı)
Coldplay - Don't Panic
Geldik "we live in beautiful world" demeye. Üniversite 3'teyim. Yine saçma sapan insanların nazını çekiyorum. Bok var çünkü, hep naz çekiyorum ben. Arkadaşlarımla son raddeye gelmeden çat diye ilişkimi kesmeyi başaramadığımdan naz çekmekten bir hâl oluyorum (Artık kesiyorum.). İçim dışıma çıkmış artık. Baya üstüme geliyorlar sağ olsunlar. Şu hayattaki en büyük şansım genel olarak yakın arkadaşlarımın birbirini sevmemesidir. E, insan yoruluyor hâliyle. Aynı dönem yine bir arkadaş ağlıyor Allah ağlıyor diğer arkadaşlarımdan. Ben zaten bunalmışım, her çarşamba 9 saat dersim olmasına rağmen kantinde tek derse girmeden batak atıyorum (4.00 ortalama yaptım o dönem.). Üstüne kalp kapakçığı (aort ve mitral) yetmezliğim olduğu çıkmış ortaya. E, eninde sonunda gitmeyecek miyiz bu dünyadan? "All of us done for". Telaşlandığıma ettiğime değiyor mu? Hayır. Tadına bak, zaten öleceğiz. Temel olarak bu mantığa geçerken Don't Panic dinleyip durdum. İçime bir ferahlık bir mutluluk verdi. O günden beri de verir.
#Day10 - A song that makes you sad (Seni üzen bir şarkı)
Peyk - Köleler ve Kilitler
İnsanın gözünü dolduran, ağlatan bir şarkı. Öyle şarkı dinlerken ağlayan bir insan değilim ancak bu şarkıda ağlarım. İnsan kaçakçılarının üstlerine kilitleri vurup gemide terk ettikleri mültecilerin ölümünün anlatıldığı bu şarkı yaşanmış bir olayı anlatıyor. Anlatacak gücüm bile yok şarkıyı. Öyle bir üzüntü... "İnsanın insana ettiğine bak..."
#Day11 - A song you never get tired of (Dinlemekten asla sıkılmadığın bir şarkı)
Tool - Sober
Anlatılmaz, yaşanır diyor ve gidiyorum.
#Day12 - A song from your preteen years (Teenage olmadan evvelki yıllarından bir şarkı)
Özlem Tekin - Bahar
Yine bebelik, yine rock ile yeni tanışma yılları. TV'de sevgili cinayeti işlenen ve ölünün ormanda saklandığı bir klip. Vahşet seviyoruz tabii o yıllarda. Böyle çiçek böcek bir insan olmamışız. O kadar çok dinledim ki bu şarkıyı ve bulunduğu albümü. Kaseti bozdum diye anımsıyorum. Doğru mudur hatırladığım, bilmem.
#Day13 - A song you like from the 70s (70'lerden sevdiğin bir şarkı)
King Crimson - One More Red Nightmare
King Crimson zaten bir efsane. İlginçtir, Türkiye'de bu grubu bilen çok insanla karşılaşmadım. Ben de last fm'de tanıştığım Duru isminde bir adamdan öğrenmiştim bu grubu. (Bence uçak korkusundan öte) Kontrol kaybının ele alındığı bu şarkıda vokal, kaotik gitar riffleri ve agresif zil vuruşları beni benden alıyor. İngilizcem bu şarkının alt anlamlarını çıkarmaya yetmiyor.
#Day14 - A song you'd love to be played at your wedding (Düğününde çalmasını isteyeceğin bir şarkı)
Fatih Erdemci - Ben Ölmeden Önce
Erhan abimin favorilerindendi. Yine onun başının altından çıkma. 9'da 9 CD'sini ben bulmayı başarmıştım ama hem de Akçay'da sahilde yeni açılmış bir dükkânda.
Başından bir evlilik geçmiş biri olarak hayatımı evlenmeden önce/sonra diye ayırıyorum. Çok uygun olduğumuzu, çok benzediğimizi düşündüğüm biriyle evlendim. Boşandıktan sonra anladım ki benzemiyoruz. Evlilik içinde bile idrak edemedim. Arkadaşlarımdan uzaklaştığım, zevklerimden ödün verdiğim, ben olmaktan çıktığım bu evlilik aslında benim için ölümmüş. Oldukça enerjik ve hareketli biri olan ben, evlendikten sonra inanılmaz enerjisi düşük birine dönüştüm. Tabii bundaki tek etken evlilik değil, muhtemelen iş yerindeki psikopatik narsist olan yöneticimin de katkısı büyük. İkisinin aynı döneme denk gelmesi zannımca beni iyice yiyip bitirdi. Boşandıktan bir süre sonra da enerjim tekrar yerine geldi. Artık çoğu işe yetişebiliyorum. Doktoramı bile tamamladım. Boşanmasaydım tamamlayamazdım. Bu nedenle evlilik benim ve muhtemelen eski eşim için ölüm gibi bir şeydi ama kimse ölmedi.
#Day15 - A song you like that's a cover by another artist (Başka bir şarkıcı/grup tarafından coverlanmış sevdiğin bir şarkı)
Blind Guardian - Mr. Sandman
Angtoria - Confide In Me
Cicili bicili müziği olan Mr. Sandman'in Blind Guardian yorumu gittikçe hızı ve sertliği artan bir yapıda. Bu hâli gerçekten çok hoşuma gidiyor. Mr. Sandman şirin mi şirin bir cin değil çünkü. Bizi uyutuyor, çapaklarımız olsun diye yüzümüze kum serpiyor ama hayallerimizden ve enerjimizden besleniyor. Diğer yandan ben flörtleşmeyi seven biriyim. Uzun süredir de böyle biri yok, muhtemelen kolay kolay da olmayacak. Mr. Sandman'den istenen hoşlaşılan kişinin rüyaya girmesini sağlaması vs benim de flörtleşme sevgime tekabül edebilir çünkü neden etmesin? Tabii anca rüyalarda alsdkalşsd neyse.
Kylie Minogue'un Confide In Me şarkısını zaten severim. "Bana güven" denilen birine güvenilmeyeceğini de zannederim hepimiz biliriz. Kliple birleştirince de manipülasyonun dibi diyorum. Angtoria da tek albümlük bir grup olarak (Ben öyle biliyorum.) güzel şekilde coverlamış. Piyano ve yaylılarla gizemli bir giriş yapmış ve sonra elektrolar ve bateri ile sertleşmiş. Bu da manipülasyon hissini bence başarılı şekilde veriyor. Sarah Jezebel Deva ablanın sesini zaten severim. Böylece beni biraz kararsızlığa sürüklemişse de aslında kolaya kaçarak iki şarkı paylaştım.
#Day16 - A song that's a classic favorite (Klasiklerden favori bir şarkın)
The Doors - Riders On The Storm
Gerçek bir klasik geliyor. The Doors fanı değilim. Çok fazla şarkılarını da bilmem açıkçası. Ancak fırtınada yolculuk gerçekten güzel bir imge. Diyeceğim odur ki yine uzun ince bir yoldayız. Bu imgenin çok fazla kültürde kullanılması aşırı hoşuma gidiyor. Yolda bir katilin olması da hayat boyu tehlikelere işaret edebileceği gibi eninde sonunda öleceğimizi de gösteriyor olabilir. Belki de ikisidir? Bilemedim.
Nevermore hariç kıyak geçecek olsam burada da King Crimson der, 21st Century Schizoid Man derdim ama geçmedim kıyağı. Demeden edemedim.
#Day17 - A song you'd sing a duet with someone on karaoke (Biriyle karaokede düet yapmak isteyeceğin şarkı)
The Tea Party - Underground
Üniversite sınavına hazırlanırken Triptych albümüyle belkide en çok dinlediğim gruplardandı The Tea Party. Türkiyesever grup elemanları o küçük yaştaki beni ve 90'ların getirdiği siyasi ortamın etkisiyle milliyetçi damarlarımı okşamadı değil. O günlerimden utandığım da doğrudur. Neyse. Jeff Martin abimiz bu şarkıyı biriyle söylese çok da güzel giderdi. Söylememiş. Ben söylesem ne olur, hı? Ne olur? Jeff Martin'le karşılaşma ihtimali için hep Olimpos'ta tatil yapmak istemişimdir ama nerede bende o şans da Jeff Martin'le tanışayım?
#Day18 - A song from the year you were born (Doğduğun yıldan bir şarkı)
Michael Jackson - Smooth Criminal
Bu şarkı tam da benim doğduğum yıl çıkmış olsa da etkisini çok uzun yıllar yitirmedi. Klibini çocukluğumdan hatırlıyorum. Şarkı hem dansı hem klibi ile tabii ki efsane. Benim de en sevdiğim Michael Jackson şarkısı. Biz bunlarla büyüdük mirim!
#Day19 - A song that makes you think about life (Seni hayat hakkında düşündüren bir şarkı)
Pink Floyd - Time
Çalan saat sesleri... Elimizde olmadan akıp giden zaman, boşa geçen dakikalar.. Gençliğin verdiği saçmalama hâli ile zamanın bitmeyeceğini sanmak en büyük cehaletimiz belki. Sevdiğimiz şeyleri yapmaya zaman bulmak isterken bulamamak... Birinin bize bir yol göstereceğini zannederken aslında öyle birinin hiç olmaması... Ölümsüzlük için çabalasak da buna ulaşacağımızı sansak da bir gün öleceğiz. Şarkının tek olayı bu ve ben hiçbir şeye yetişemiyormuşum gibi hissediyorum. Daha dinlenecek çok müzik, okunacak çok kitap var. Keşke ömür bunların hepsini dinlemeye ve okumaya yetse ancak o zaman ölümsüz olurduk işte.
Bundan iki yıl öncesine kadar ölmek benim için korkutucu bir şeydi. Şimdi hissizim. Ölüm korkum geçti (Böyle diyorum ama ağır bir hastalığım olsa ne olurdu bilemem.). Vakti gelince hepimiz gideceğiz. Akıl ve beden sağlığım yerindeyken, kimseye yük olmadan, yük olmanın acısını çekmeden vakitlice gitmek en güzeli.
#Day20 - A song that has many meanings to you (Senin için birçok anlamı olan bir şarkı)
Buck Tick - Mienai Mono wo Miyou to Suru Gokai Subete Gokai
2010 yılında lastfm sayesinde Kagerou ile keşfettiğim bu harika J-rock grubunun ahanda bu şarkısı benim için apayrı. 6/9 adlı muhteşem albümün muhteşem şarkılarından biri olan Mienai Mono wo Miyou to Suru Gokai Subete Gokai'yi Atsushiciğim canım benim, çok güzel de söyler tüm karizmasıyla. İç çatışmanın insanı ne hâle getirdiğini çok güzel anlatır, zıtlıklar bir arada. Zıtlıkların bir arada olması iyi gelse de tabii ki ruhu bunaltır, insan ne yapacağını bilemez hâle gelir. Bir sanrı hâli işleri daha da karmaşıklaştırır... Ben hiç aşk şarkısı gibi düşünmedim bu şarkıyı. Dilerseniz sizler aşk şarkısı olarak alırsınız.
Diğer yandan bu şarkıda saçma sapan bir şekilde ağlardım. Şimdi öyle bir etkisi yok üstümde. Zannederim alıştım.
Şarkının Türkçesini şöyle vereyim:
Dünyanın nesi var?
İnsanlığın nesi var?
Neyim var benim?
Tanrı ve şeytan şarkı söyleyip dans ediyor
Uzaya çıkalım, el ele
Puslu sabah ışığında, birlikte uçacağız
Kuşlar ötüyor, sana doğru yürümeye başlıyorum
Bir sepetin içindeyim, iyi şarkı söyleyebilir miyim?
Ne kadar çabalarsam çabalayayım, sadece bu dünya
Bu gece seni göreceğime söz vermiştim.
Gerçeği bilmek istiyorum.
Çıldırmaya başlıyorum.
Gerçeği bilmek istiyorum.
Aklını kaybetmeye başlayacaksın
Gerçekler
Hayallerimi sat, şarkı söyleyip dans edeyim
Beni dans ettiriyorlar, böylece yaşayabiliyorum
Kuşlar şarkı söylüyor ve ben sana doğru yürümeye başlıyorum.
Bu gece seni göreceğime söz verdim.
Gerçeği bilmek istiyorum.
Aklımı kaybetmeye başlıyorum.
Gerçeği bilmek istiyorum.
Aklını kaybetmeye başlıyorsun.
Gerçeği bilmem gerek.
Buradan göremiyorum.
Eğer gerçeği bilmek istiyorsan
Burada olamazsın.
Gerçek. (Gerçek)
Seninle (Seninle)
Bana (bana)
Çıldırdım.
#Day21 - A song you like with a person's name in the title (İçinde birinin adı geçen sevdiğin bir şarkı)
James Brown - Who's Afraid Of Virginia Woolf?
Amerikan postmodern tiyatrosunun muhteşem yazarı Edward Albee'nin dört kişilik harika oyunu Who's Afraid Of Virginia Woolf'un filminin soundtrackinden. Yine bence muhteşem. Peki oyun nasıl bir şey? Öncelikle belirtmek gerekir ki oyunun adı aslında "Who's Afraid Of Big Bad Woolf" (Kim Korkar Hain Kurttan?) olacaktır. Ancak Warner Bros'tan bu ismin kullanımı için izin alınamaz. Hâl böyleyken oyunun adı bununla değiştirilir. Çok katmanlı bu oyunu detaylı şekilde anlatmaya kalksam da eksik kalır. Eğlence ve Oyunlar, Walpurgisnacht (on yıllık cadılar toplantısı) ve Cin Çıkarma adlı perdelerden oluşan oyunda olay ise özetle şudur: Orta yaşlı bir çift olan dekanın kızı Martha ve Prof. George fakülte eğlencesinden sonra evlerinde üniversiteye hoca olarak yeni gelmiş taze evli bir çifti ağırlar. Ancak bu misafirlik herkesin gizlerinin döküldüğü, sanrıların ortaya çıktığı, toplum beklentilerinin insanları sürüklediği ruh hâlinin yansıdığı bir hâl alır.
George ve Martha misafirleri Nick ve Honey üzerinden bir oyun oynarlar. George ve Martha'nın birbirlerini tahrik ederek ettiği kavga herkesin dâhil olduğu bir oyuna dönüşür. George misafirler gelmeden evvel "çocuk"la ilgili uyarıda bulunsa da oyun bu "çocuk" etrafında döner. Oyundaki birçok unsur aslında bir sanrıdır. "Big bad woolf" da bu sanrılardır aslında. Yani sanrılardan kim korkar? Oyun boyu da gerçeklik ile sanrılar birbirine geçer.
Edward Albee ile 2010'da mesleki İngilizce dersinde tanıştım. Blogda da hakkında yazdığım The Zoo Story oyunu hayatımın oyunu olabilir. Sonra Albee sevdam beni çeşit çeşit yerlere götürdü. Bu oyun da içimde bir yerlerde büyüdü, büyüdü. Filminin orjinal DVD'sini bile aldım ki kolay kolay DVD almam. Film, Elizabeth Taylor'a bir kez daha hayran olmamı sağladı.
Müzikten öte oyun üzerinde durdum, biliyorum. Ancak bazen şarkılar/müzikler bir anlatının içindedir. Onunla bütünleşik hâle geldiği için kötü bile olsa muhteşem, harikulade olsa da rezalet gelebilir insana.
#Day22 - A song that moves you forward (Seni ileri taşıyan bir şarkı)
Massive Attack - Hymn Of The Big Wheel
Tabii moves you forward derken artık hangi anlamda alırsak... Ben ilerlememi sağlayan olarak ele almayı tercih ettim.
1991 tarihli Hymn Of The Big Wheel, tam devam etme, ilerleme arzusu uyandıran bir şarkı. Döngüsellik üzerine kurulduğundan hareketle döngü de bir ilerleme getirmez mi diye düşünüyorum. Döngü yerinde saymak değildir zira.
#Day23 - A song you think everybody should listen to (Herkesin dinlemesi gerektiğini düşündüğün bir şarkı)
Headspace - The Science Within Us
"İçimizdeki bilimi fark etmediniz mi?"
Progressive metalin nadide bir eseri olan 13 dakika 14 saniyelik bu şarkı (klip 6.42) temel olarak 3 bölümden oluşuyor. Orta karar başlıyor, yumuşuyor ve sertleşiyor. Birbirinden farklı şarkılarda kullanılabilecekken tek şarkıda birleşiyor tüm kısımlar. Bütün yumuşamalar, sertleşmeler şahsen çok hoşuma gidiyor. Damian Wilson'ın anlamsızca hem sert hem yumuşak müziğe yakışan sesi zaten mutluluk verici. İç bunalması, kişilik bulma çabası, bilimde kendini bulma, öğrenerek gelişme, bilimin evrenselliği... Birçok insana gereksiz gelecek bu şarkı bana çok iyi geliyor ve mutlaka dinlenmesi gereken farklı bir yapı arz ediyor.
#Day24 - A song by a band you wish were still together (Hâlâ bir arada olmasını istediğin bir gruptan bir şarkı)
Nevermore - The River Dragon Has Come
"Today the warning came in the flood / Architect and fools never cared for poor men's blood." diye başlar bu muhteşem şarkı. Warrel Dane abimiz, 1975'te Çin'de baraj çökmesi sonucu yaşanan sel felaketinden bahseder burada. Sonuna kadar da haklıdır bu sözlerinde. Bazı yerlerde Japonya'daki bir selden bahsettiği söylense de "ejderha" temel olarak Çin için daha önemli bir simge. Bu nedenle bence de Çin daha mantıklı. Üstüne doğa olayı mı dersiniz bu sele, insanın bok yemesi mi bilemem, bunu da mitolojik bir kahraman (Edebiyatta karakter başka bir şey olduğu için kişi/şahıs/kahraman olarak bahsetmek esastır.) olarak sunuyor şarkıda. İnsan hayatına önem verilmemesi, geçmişten ders alınmaması, bizim Türkiye'de bol bol "doğa kendinden alınanı geri alır" sözünün farklı versiyonunu, doğa karşısındaki yetersizliğimizi ele alır. Belki şöyle de diyebiliriz: İnsanın kibri ve hatalardan ders almamaya sağlam bir eleştiridir.
Cennetmekân Warrel Dane abimiz isyan ve umutsuzluk hissini de vokalinde muhteşem şekilde verir. Güçlü sesine değinmiyorum bile.
Her dinlediğimde bağıra bağıra eşlik etmek istediğim, arabada bir başımaysam bet sesimle bağıra bağıra eşlik ettiğim bir şarkı. Allah'ım ne olurdu şu şarkıyı hakkını vererek söyleyebilseydim?!
#Day25 - A song you like by an artist no longer living (Artık hayatta olmayan bir şarkıcıdan bir şarkı)
Ronnie
James Dio - Don't Talk To Strangers
Bir diğer cennetmekân sanatçımız Dio'nun şarkısı masal hissi verir dinleyene. Yumuşak başlayıp sertleşir. Nedendir bilmem hep böyle aklıma LOTR'u getirir. Wanderer'dan bahsediyor gibi gelir. Belki de Aragorn'un Hobbitlerle buluşmasını anlatan kısımlarda bu şarkıyı dinliyor olduğumdan böyle. Malum, bazı şarkılar ile kitaplar zihnimde eşleşik.
Dio'nun yumuşak sesi şarkıyı anlamasanızda başta bir güven hissi verirken sonra her şey alt üst olur. Bu da bir tehlike, bir uyarı hissi veriyor.
Blind Guardian da bu şarkının güzel bir coverını yapmıştır.
#Day26 - A song that makes you want to fall in love (Sende aşık olma isteği uyandıran bir şarkı)
Björk - Hyperballad
Björk, bu şarkısında dingin bir aşka değinir. İlişkide mesafenin güzelliği, kendi iç dinginliğini bulma, sorunları kendin çözüp tekrar bir araya gelmeyi anlatır. İlişkide mesafe olması iyidir, muhteşemdir. Daim göt göte sıkıntı. Herkes her şeyini de anlatmamalı. 38 yılın deneyimi budur. Keşke ben de anlatmamayı başarsam, kendi kendime çözdükten sonra gitsem. Belki bundan sonraki ilişkilerimde başarırım?
#Day27 - A song that breaks your heart (Kalbini kıran bir şarkı)
Shahram Nazeri - Sheyda Shodam
İranlı Shahram Nazeri'nin özellikle senfoni orkestrası ile söylediği versiyonu muhteşemdir. Mevlânâ'ya saygı eseridir.
Şeyda olma hâli genel olarak ilahi aşkı anlatır. Bu nedenle tasavvufi bir yapısı olduğu söylenebilir. Ancak bunu bilmeden de sadece vokalle ciddi bir kalp kırıklığı hissi sarar insanın dört yanını. Vokaldeki inişler, çıkışlar... İsyan, mücadele, çöküş... Hepsi de bir kırıklığın parçası. Nazeri'nin 7.16'dan sonraki yükselişi (9.09'a kadar) apayrıdır. Sırf orayı başa alır alır dinlerim. Ya açıkçası ben içimi yok eden şeyleri pek anlatamıyorum. Psikoterapide yaşadığım en temel sıkıntı. Neyse.
#Day28 - A song by an artist whose voice you love (Sesini sevdiğin bir şarkıcıdan bir şarkı)
Mercedes Sosa - La maza
Mercedes Sosa, aklıma hep Selda Bağcan'ı getirir. Benzer görünürler gözüme ancak gerçekten benzer midirler bilemem. Ancak sesi muhteşemdir.
Olumsuzluk kipi ile kurulmuş bir şarkı bu resmen. Sanatın, düşüncelerin özünü kaybetmesi hâlinde ne işe yarayacaklarını soran harika şarkı. Sanat olmadan dünyanın anlamsız olduğunu söyler. Sanat aynı zamanda bir mücadele yoludur.
#Day29 - A song you remember from your childhood (Çocukluğundan hatırladığın bir şarkı)
Moğollar - Issızlığın Ortasında
90'ların o karmaşık siyasi durumunun ortasında Sivas'ı, Madımak'ı öyle net hatırlıyorum ki... Madımak neydi, kim neden insanları ateşe vermişti, neler olmuştu, böyle bir şey nasıl gerçekleşebilirdi o yaşta tabii ki düşünemedim. Nevşehir'deki salonumuzda teletexli TV'mizde otelin yakılışını izlediğimi çok net hatırlıyorum. Sonrasında kaç kişi hayatını kaybetmiş diye abimler ara ara teletexten bakıyordu. Ya da bunu başka bir olayla karıştırarak böyle hatırlıyorum. Sonuçta altı yaşındaydım ve daha okumam yazmam yoktu.
O salyaları akarak insan canına kıyanların görüntülerinin arka planda hafifçe gösterildiği bir klibi vardı şarkının. İnsan çocukluktan itibaren bu şarkıyı bununla eşleştirir mi?
Çocukluktan itibaren sevdim şarkıyı. Hâlâ çok seviyorum. Şarkı da klibi de Sivas'taki toplumsal faciayı tadında, göze sokmadan, sanat anlayışı içinde veriyor. İmge var. Madımak'ın yanma görüntüleri bağır çağır değil. Arkada silik ve kısa süreli. Günümüzde yapılsa büyük ihtimalle bağır çağır, tam para kazanma hırsıyla yapılırdı bu şarkı da klipte. Önemli olan anlaması gerekenin anlaması, fazlası değil.
Bunu da demeden geçmeyeyim. Bir de uçan beyaz kuş var. Çocukken her uçan beyaz kuşu güvercin zannederdim ve bunu tamamen Ecevit ile özdeşleştirmiştir. Bunlar hep evde devamlı siyasete maruz kalma. Sonuçta "Komünizm ne demek?" diye sorduğumda (9 yaş) elime Karacan ansiklopedisi verip "Al, oku, öğren." diyen bir baba ile büyüdüm.
#Day30 - A song that reminds you of yourself (Sana kendini hatırlatan bir şarkı)
Talk
Talk - Life's What You Make It
Kısacık sözlere sahip Talk Talk şarkısı:
Baby, life's what you make it
Can't escape it
Baby, yesterday's favorite
Don't you hate it
Baby, life's what you make it
Don't back date it
Baby, don't try to shade it
Beauty is naked
Baby, life's what you make it
Celebrate it
Anticipate it
Yesterday's faded
Nothing can change it
Baby, life's what you make it
Gözünün nurunu yediğim cennetmekân Mark Hollis abimizin vokaliyle de güzelleşiyor. Talk Talk'un synth poptan pop/caz kıvamına döndüğü, müzikal bakımdan grup için bir geçiş niteliği taşıyan 1986 tarihli The Color of Spring albümünden. Şarkı daha çok new-wave/art rock. Şarkı, Mark Hollis ile Tim Friese Greene imzasını taşıyor.
Hayat senin ne yaptığındır. Ne eksik ne fazla. Geçmişte takılmanın hiçbir anlamı yok, dün sevdiğini bugün sevmeyebilirsin çünkü neden olmasın? Elimizde tek hayat varken bunu neden kutlamayalım? Sık sık "Kader, kısmet, mukadderat. Alnımızda ne yazıyorsa o, ne eksik ne fazla." diyen bendeniz için tabii ki bana kendimi bu şarkı hatırlatabilirdi. Dünü değiştiremeyeceğimize göre önümüze bakıyor ve huzurlanmaya çalışıyoruz.
"Before you play two notes, learn how to play one note, y'know. And that, it's as simple as that really. And don't play one note unless you've got a reason to play it (İki nota çalmadan önce bir nota çalmayı öğrenin, bu kadar basit. Ve tek nota çalmak için bir nedeniniz yoksa onu da çalmayın.)"
Mark Hollis