İçlerinden biri varmış ki bu sanrıya kapılmamak için kendisini kontrol etmeye çabalarmış. Dakikalar, saatler, günler, aylar, yıllar geçermiş; insanların sanrılarından usanmadan yaşamaya çalışırmış. Zaman geçmiş, bir gün insanların sadece sanrılarının olmadığını fark etmiş. Meğer insanların bir de egoları varmış. Bu egoları fazla okşandığında kendini küçük dağları geçin, büyük dağları bile yaratmış sanırlarmış. Egoları az okşanırsa ya da okşanmazsa ne mi olurmuş? Herkesin kendini kıskandığı düşüncesine kapılırlarmış. Hâlbuki böyle bir durum yokmuş. Herkes aslında kendisinin derdinde imiş. Herkes kendisini mutlu etmek istiyormuş. Kimisi sevişmek istiyormuş, kimisi başarı; kimisi bilgi istiyormuş, kimisi huzur; kimisi sevdikleri yükselsin istiyormuş, kimisi kendi hariç herkesin ezilmesini... Bitmiyormuş bu çeşit çeşit istekler. Durmadan çalışanlar çalışmayanlara yardımcı olmak istiyormuş bazen. Onlara çalışmanın güzelliğini anlatmak istiyorlarmış. Ama birisi çıkıyor bu isteklerini öldürüveriyormuş. Hep hazıra konmaya öyle alışmış ki başkasının ona tek bir şey vermemesinde her denilen cümleyi farklı cümlelere evirip bunun gerçekliğine inanıyormuş.
İşte Yadigâr da çocukken böyle biriymiş. Cinsiyetinin de bu masalımızda hiçbir önemi yokmuş. Yadigâr insanları hep yanlış anlarmış. Ona bu özellik aile bireylerinden birisinden geçmiş ama bu aile bireyinin cinsiyetinin de yine bir önemi olmadığı için halası mı dayısı mı bizi ilgilendirmezmiş. Ama Yadigâr herkesin cinsiyeti ile ilgilenirmiş. Çünkü ona göre cinsiyet çok mühimmiş. Herkesin cinsiyetine göre bir iş tutturduğunu düşünürmüş. Böyle olması gerektiğini de savunurmuş. Bu savunmalarını o kadar saçma şeylere dayandırırmış ki birisi onu eleştirse "Ama bunu çok iyi bilirim ben." diyerek karşısındakini susturmaya çalışırmış. Yadigâr'ı eleştiren de bu saçmalıkla uğraşmamak için susarmış. "Nasılsa" dermiş, "bir gün akıllanır, büyür." Hâlbuki Yadigâr'ın büyümek gibi bir derdi hiç olmamış. Onun derdi sevişmek, eğlenmek, az çalışsa da aylığını aynen almak, dedikodu yapmak, gerektiğinde dindar görünerek insanlar arasında bir yer edinmekmiş. Tüm bunları açıklıkla yaşayıp kendisi ile alay edebilme özelliğine sahip olanları hor görürmüş. Kafasında insanları "kıymetli" ve "kıymetsiz" olarak ikiye ayırır, kıymetsizler kendisine "Bugün çok hoşsun." deseler "Bana iğrençsin, dedi." dermiş. Kıymetliler ona açıkça hakaret etseler, "Şaka yapıyorlar bana." dermiş. Öyle bir yapısı varmış ki kim neyi neden dedi ayıramazmış. Ama zeki olduğunu düşünür, her şeyi çok iyi yaptığını zannedermiş.
Yadigâr da büyümüş birçok insanın başardığı gibi. Doğal seleksiyonda elenmiş demek isterdim ancak aileler çok koruyucu olduğu için zaten birçok insan elenmiyormuş artık. Elenmek zekâ ile alakalı değilmiş artık, para, pul, aile desteği, koruyan kollayan birinin olup olmaması ile alakalı imiş. Kendisinin değil, çevresindekilerin başardığı ile övünür olmuş Yadigâr. Başkasından aldığı ödevi "Harika yaptım." demiş. Bir akrabasının okuyup anlattığı makaleyi "Acaba gerçekten böyle bir şey var mı?" diyerek kontrol etmeden kendisi okumuş gibi çevresindeki gariban insancıklara anlatırmış. Birisi bunun yanlışlığını söylese kişisel algılar, aşağılandığını düşünürmüş. Çünkü o Yadigâr'mış. İnsanlığın yadigârı...
7 Mayıs 2017'de yazmışım bunu. Öyle taslak olarak duruyormuş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder