6 Ağustos 2014 Çarşamba

Buluşmaya Adım Adım Yaklaşırken Bir Romantik İslamcı Heyecanları

Damağı fazla sıcak çaydan yanmıştı yine. İçinden küfrediyordu kendisini çaya alıştıran bu düzene. Çay içmese ne öğrenci olduğuna ikna edebilirdi insanları, ne edebiyatla ilgilendiğine ne de Müslüman olduğuna. Şarttı çay içmesi. Çay şakirtin mazotuydu bir kere. Kahve yozlaşmış gençlerin işiydi, ecdadını red idi (çayın kahveden sonra Osmanlı topraklarına gelmiş olmasını es geçiyoruz burada). Biz Osmanlı soyuyduk, o evliyalar gibi çay içmeliydik. Ancak çay-sever evliya olarak sadece Bediüzzaman'dan bahsedebilecek olsak da o da ecdadımız idi.
Eline Bediüzzaman'dan satırlar aldı. Şu satırları okuyunca duraksadı; "Evet iki sene evvel, bütün Ramazanda üç ekmek, bir okka pirinç ona ve dört kedisine kâfi geldiği gibi; bir sene evvel üç fırancala, bir Ramazan yine kâfi gelmişti. Bu Ramazan-ı Şerif’te otuz günde, yarım okka yoğurtla, yarım okkadan daha az pirinç ve dört kuruşluk bir fırancala yediğini (yalnız bir-iki kupa çay içmek ve iftar zamanında bir çay kaşığı bal yemek müstesna) başka bir şey yemediğini bizzât müşahede ettik." Demek "kupa" o zaman da vardı. O zaman da "kupa" deniyordu. Gerçek bir İslamcı olma yolunca ince belli bardak tercih etmesi şart değildi. Bu satırları aklına yazdı ve kupa ile çay içtiğini gören arkadaşları surat eğerken bu satırlardan bahsetmeyi, Hoca Hazretlerinin de çayı kupa ile içtiğini belirtmeyi düşündü. Olası diyaloglar kafasının içinden ardı ardına geçiyordu. Diyaloglar yavaş yavaş tıkanmaya başlayınca kendine gelme belirtileri zuhur etti. Bir kız DM'den yanıt vermişti kendisine. Israrcı ve abazan görünmemek adına biraz seyrek yanıt veriyordu kendine zor hakim olarak da olsa. Elbet bir gün o da başaracaktı ve o güne yaklaştığını hissediyordu.

Feysbuk'a girdi bu sefer. Hatun kişi ile burada da arkadaş olmuşlardı. Daha rahat yazılıyordu 140 karakter sınırı olmadan. "Feys kasıyor, Sıkayp'a gel" diyecekti ancak sapık sanılmaktan korktuğu kadar aşırı klişe bulunmaktan da korkuyordu. O, nevi şahsına münhasır bir bey gibi görülmek istiyordu hatunlar tarafından. Şimdi de bir ileti yazması gerektiğini düşünüyordu. Filistin çok da umurunda değildi ama onunla ilgileniyor görünmek hem romantikliğin hem de İslamcılığın gereklerindendi. Halbuki o ana kadar Lazkiye olsun, Uygurlar olsun biri umurunda olmamıştı, Müslüman olsalar dahi (desteklemesi için Müslüman hatta mümkünse Sünni ve Hanefi bir Müslüman topluluk olması gerekiyordu). Yanlış bir yeri desteklemiş olsa sonra Allah'a bunun hesabını nasıl verirdi? Destek olmamanın açıklamasını yapmak çok daha rahattı. Güçlenmesi gereken Allah taraftarı bir topluluğu nasılsa Allah yüceltirdi zaten.

Düşündü, düşündü... Filistin'den de biraz uzaklaşmak lazımdı artık. Ayrıca Gülen'i mi sevmeliydi, Erdoğan'ı mı bilemiyordu. Hangi yöne kaymalıydı. Biraz bu konuda da düşünmesi lazımdı. Kim kazanırdı acaba? Daha sonra başına kim bela açmazdı. Hala karar veremediğinden konu hakkında yorumda bulunmuyordu. Değişiklik yapmalıydı. Risalelerden bir şeyler koysa... Çok da sağa sola dokunmaz ama beğenilecek bir şey... Ayrıca "layk" almaktan çok hoşlanıyordu feysbukta. Belki birisi "Paylaş-Share" butonuna basardı da biraz daha yayılırdı sözleri. Sevenleri artardı belki. İnsanlar saygı duyardı kendisine, sosyal medyada da olsa ve 3 saniye sonra unutacak da olsa. 

"Vahdet-ül Vücud meşrebine sebebiyet veren aşkın enva’ından en mühim sebeb, aşk-ı dünyadır. Mecazî olan aşk-ı dünya, aşk-ı hakikîye inkılab ettiği zaman, vahdet-i vücuda inkılab eder. Nasılki insandan şahsî bir mahbubu, muhabbet-i mecazî ile sever. Sonra zeval ve fenasını kalbine yerleştirmeyen bir âşık, mahbubuna aşk-ı hakikî ile bir beka kazandırmak için, Mabud ve Mahbub-u Hakikî’nin bir âyine-i cemalidir diye kendini teselli eder, bir hakikata yapışır." satırlarını uygun buldu iletisi için. Feysbuk'un harf sınırını da zorlamamış oldu seçtiği bu bölüm ile. Bazen bildirimler gecikiyor diye rifıreş yaptı sayfaya kaç layk aldı, kaç kişi yorum yaptı bir an evvel görebilmek için. Bir yandan da bu halinin ruh hastalığı olup olmadığını sorguladı ancak "e herkes böyledir herhalde" diyerek bu endişesini üstünden attı.

Gecenin ilerleyen saatlerinde paylaştığı metni aldığı "Barla Lâhikası" üzerine yürüşmekte olduğu hatun kişi ile konuştu. Aslında daha çok hatun kişinin yorumlarını okudu, birkaç ekleme yaptı. Katılmadığı hiçbir şeyi belirtmedi. Soğutmamak lazımdı kızı kendinden. Ne de olsa uzun zamandır yürüşebildiği ilk insandı. Bu kızı kaçırmamalıydı. Arada bir de "Kurtuba"ya gittiğini geçirince kız, "Oldu bu iş!" dedi. "Sevdiğin bir yer ise yüz yüze tartışmak isterim seninle bunları" dedi. Hatun kişi ise "Elbette! Hem güzeldir çayları!" dedi. "Hay çay gibi... Damağım şiş hala!" diye geçirdi içinden ancak, "Çayı güzel olduğu sürece her yer uygundur bana!" dedi. Böylece hafta sonu buluşmak üzere konuşmayı o günlük sonlandırdılar.

Yatağa girdiğinde kızı düşündü. Kendisinden 2 yaş küçüktü. Fotoğrafını görememişti çünkü profilindeki tüm resimler ya bebek fotoğrafı idi ya da üstüne börtü böcek konmuş çiçek. Birkaç da su damlası, kar tanesi falan vardı. Nasılsa bulurlardı birbirlerini. Bunları düşünerek uyumak için kendisini zorladı. Sabah uyandığından kendisini "sevgilisi olan bir bey" gibi hissediyordu.

27 Haziran 2014 Cuma

bir tatlı huzur alınamayan geceler...


tivitırda geçirdiği günler ona bir türlü muhafazakar ve edepli bir kız arkadaş getirmemişti. getirsin diye her gece dua etmeye devam ediyordu ama arkadaşları bir bir islâmî şiir seven hatunlarla takılırken kendisi halen yalnız takılıyor, hayırlı bir eş adayı bulamıyordu. neden böyleydi bu hayat onun için çözemiyor, bir yandan "vay aq bu hatun da bu herife yazdı ya la?!" diye tepkisini koyarken bir yandan da isyan etmemeye çabalıyordu. halbuki o "aq" kim içindi orada, kime koyuyordu? kadere mi koyuyordu? kadere koyuyorsa allah'a da aslında isyan etmiş olmuyor muydu? yoksa sadece noktalama olarak küfredecek kadar hastalıklı mıydı? işte bunları düşünmeyi akıl bile edememekle birlikte kendisini çok edepli, müselman ve olması gereken "erkek" modeli olarak görüyor ve "aq"ya tepki koyanları pis, leş, çirkin ve ahlaksız feministler olarak tanımlıyordu.
bu sıralar ailesini ziyarete gidecekti. onları ziyaret dini vecibesi idi. anasının babasının elini öpmesi lazımdı. iyi bir müslüman bunu yapmalı, sevdiceğine yahud sevdicek adayına bunu belli etmeli idi. memleketine gitti, ana-babasının evinde çek-in yapıp tivitırda da paylaştı. tam 15 fav 4rt gelmişti. 19'u da farklı insanlardı ve 17'si hatundu. işte buydu, yapması gereken buydu. hanımlar bu konularda daha hassaslardı. anne-babasına ve hatta kardeşlerine düşkün bir erkek birey (pardon bu solcu hikayesinde yer almalıydı) evlenilecek harika bir beydi (bu oldu).
anne-babasının evinde 4 gün geçirdi. bu 4 günde kafayı yememek için kendini zor tuttu. annesiyle babası devamlı kavga ediyorlardı. zaten evlendikleri gün başlamış gibiydi bu kavgalar ama boşanmaları halinde el âleme ne diyeceklerini düşündüklerinden boşanmıyorlardı. ancak o mutlu bir yuva kurmasının yolunun mutlu bir aile tablosu çizmekten yana olduğunu biliyor ve babasıyla beraber cuma namazına gittiğini (aslında gitmiyorlardı) tivitliyor daha sonra anneciğinin kendisi için yaptığı yemeklerin fotoğraflarını "annemin güzel ellerinden, tamamen evladına duyduğu sevgiyle lezzetlenmiş. canım anacım" gibi ifadelerle paylaşıyordu. hatta karnıyarık fotoğrafına instagram'da "#babamın #buakşamki #favorisi #karnıyarık #loveuall #happyfamily #foodporn" yazmıştı. oysa o iş hiç de öyle değildi. babası akşam açlıktan kıvrandığı için (aslında sabırsızlıktan) kadıncağızın başının etini yiye yiye fırından erken çıkarttırmıştı karnıyarığı. sonra da yemekte "bir türlü öğrenemedin yemek yapması. pişmemiş bu, çiğ çiğ yediriyorsun. tenya gelecek vücudumuza senin yüzünden. zaten ev de leş gibi sigara kokuyor, bir düzgün silmiyorsun ki evi" diye kızıp duruyordu. sigarayı da kendisi içiyordu evin içinde, asla balkonda içmezdi. ama kokuya "çare" bulamadığı için tüm suç kadıncağızındı. bizimki de hiç oralı olmuyor, löp löp yemekleri mideye indirmeye bakıyordu. evlense bir, yemek derdi de kalmayacaktı. yemek yapamayan hatun olsa da olurdu, nasılsa zamanla öğrenirdi. 1yıla kalmaz mastır digriye ulaşırdı hatun her akşam yemek yaparak. kendi ulaşamamış olsa da hatun ulaşırdı.
3.gece yatağa yattığında ailesiyle yaşamadığına bir kez daha şükretti. onların yanında yaşamaya devam ediyor olsaydı ruh sağlığını şimdiye kaybetmiş olabilirdi. yahud onlardan ayrı olmaya alışınca artık çekemez olmuştu. bilemiyordu. ama sonuç olarak çok şükürdü.
4. gece babası oğluna "yarın gidiyorsundur artık herhalde. okulun var. ne diye geldin anlamam" diyerek çıkıştı. annesi, "önce dersin yavrum, düşünme bizi" dedi. halbuki kendisi de annesinin evinde kendisini ağırlamak istemediğini (çünkü çok dağınıktı) biliyordu. ders falan bahaneydi. ne var ki tivitır'da "ailemle son gecemiz. hepimiz ayrılacağımız için çok üzgünüz :( allahım ayrılıkla sınıyor bizi" yazdı.
5.gece artık kendi evinde kendi yatağındaydı. bu aile ziyareti sayesinde bol manşorlaşma dönmüştü. kimse ailesi ile bu kadar iyi vakit geçirmekte olan bir beyin bu kadar uzun süre tivitırda olmasını sorgulamamıştı. 7 hatunla muhabbet ilerlemişti. ikisi ile dm'den yürüşüyorlardı ancak biri ismail kılıçarslan sevmiyordu. oradan eksiyi almıştı. diğerinin ise takipleştiği çok fazla erkek vardı. dini hassasiyetleri yönünden şüpheli idi ama yine de umudu vardı zira profilinde bir bebek fotoğrafı vardı. kendine dair olan fotoğraflarda ise sadece elleri veya ayakları görünüyordu. kendi yüzünü saklaması hoşuna gitmişti. ayak ve el fetişistlerini hesaba katsaydı bu fotoğraflardan da rahatsız olacak hatta bu çok sayıdaki fetişiste ettiği hizmet sebebi ile kızla bir daha görüşmeyecekti. ancak o karakoç okurdu, o el ve ayaktan şiirde bahsetmişse sorun yoktu onların herkesçe görünmesinde. ondan el almış sayılırdı.
7 ayet-el kürsi'yi okudu. daha rahat edebilmek ve çevre yapabilmek adına biraz şiir karalamaya başlamasının gerektiğine karar verdi. ayrıca bu iki kızdan birini tavlamalıydı artık. en azından bir ilişki deneyimi olmalıydı ki hayatının kadını ile tanıştığında ona karşı bir hatası olmasın, ne zaman ne demek istediğini anlayabilsin. ne de olsa tüm kadınlar aynı idi. hepsi aynı tripleri atardı. tek tiptiler -en azından onun gözünde-. kendisini yatakta boşluğa bırakarak ertesi gün bunun üzerinde çalışma ümidi eşliğinde gözlerini kapadı.

24 Haziran 2014 Salı

bir tatlı huzur alınmış bir akşam



evin boş bir tepeye bakan balkonuna oturdu. nargilesinin közünü yerleştirdi. çayı olmak üzereydi. biraz duman çekme çabası ile nargileyi açtı. saatine baktı, 20 dakika olmuştu çayı demleyeli. "bisssmillaahhh" deyip yerinden doğruldu, ocağa yanaştı, raftan ince belli bardağını alıp tezgaha koydu. bir "bismillahhhh" daha çekip çayını doldurdu. bardağına altlık almadan balkona geçti. bir şey eksikti. "pisküvi!" dedi. gitti, tabağında bim'den aldığı bisküvilerden bir karmaşa yarattı. sırıtarak tekrar balkona geçti. sonra bisküvileri çaya banıp yerken nargilesinden birkaç fırt çekti. o gün olanları düşündü. herkes için içinden bol bol "pezevenk" ve "orospu" dedi. birkaçının arkasından da demişti birilerine zaten. umursamadı. ne de olsa her daim kendisi haklı idi.
en yakın arkadaşı sevgili "yapmıştı". onu düşündü. yalnızlığına kederlenip "ulan yine tavlayamadık birini" dedi seslice, dumanı savurdu. karpuz suyu az, tütünü sert olmuştu nargilenin; genzini yaktı. biraz zaman geçti. çay acımaya başladı. tekrar bir çay daha demledi. gece yarısına yaklaşmıştı. "tivitır'a gireyim bakalım" dedi. birkaç yeni farovır vardı. ikisi hatun. nasıl yürüyeceğini düşündü hatunlara. tanımıyordu ama uğraşmazsa da yalnız ölecekti. o da istiyordu artık birisi ile evlenip yüzüklü parmaklarını kapak resmi yapıp "çok şükür, allah muvaffak etsin" demeyi feyste. "erken boşalma sorununu çözmeden nereye muvaffak olucam ulan" dedi içinden, sonra da "kimseye çaktırmamalı" diye düşündü. 
düşündü, düşündü. nasıl yürümeliydi. hemen dm'den yürüyemezdi. onun gibi bir romantiğe, duygu insanına, muhafazakara yakışmazdı. "önce" dedi, "biraz şiir paylaşayım." odasına gidip sezai karakoç, necip fazıl, ibrahim tenekeci, ismail kılıçarslan, osman konuk kitapları ve birkaç sayı itibar dergisi aldı. başka şair ve dergi bilmesine gerek yoktu. çünkü muhafazakarlar sadece bunları bilmesini yeterince "entelce" görüyorlardı. gerekli ortamı sağlıyorlardı bu şairler ve dergi.
açtı ve bakmaya başladı, nasıl dizeler paylaşmalıydı tivitırda. "uykudur tanrının en hayırlı evladı" hımmm, bunu yatarken yazmalıydı. bir köşede dursun. "güzeldim de galiba bunu nasıl söylesem / eline sağlık tanrım leyla çok güzel olmuş / tanrım eline sağlık, dünya da çok güzel olmuş / keşke biraz ölmesem." bunu daha 2hafta evvel yazmıştı. olmazdı. arandı arandı... "kul vefasızsa kader ne yapsın diyememekten /korkuyorum allah'ım ve görünürde bir yorgan yok" yazdı. daha vurucu olacağı kesindi. "çile'den mi paylaşsam lan?!" dedi, "öz ağzımdan kustum kafatasımı" mısrası aklına gelince vazgeçti. "neyse" dedi, "üstaddan daha çok malzeme çıkar, ekmeğini yeriz elbet." böyle böyle birkaç dize paylaştı. birkaç erkekle manşorlaştı. bu gece de kıt geçmişti. hiçbir hatun kendisine manşor atmamıştı. belki sabaha düşerdi bir-iki tane. manşor olmasa da on yeni takipçi edinmişti ki altısı kızdı. iyi ilerleme idi bir gece için. 
bilgisayarını kapattı, nargilesini ve bulaşıklarını toparladı. ocağın üstünde köz hazırlamak da pis işti, artık bir mangal alsa iyiydi. sigaraya karşıydı. ama nargile iyiydi. yarın sabah da okuldan birkaç romantik müslüman kız kardeşine nargile içmeyi teklif etmeyi düşündü. sınav dönemiydi, kesin gelirlerdi. gerindi ve yine sevgilisiz olarak yatağına girdi. o yüzüklü parmak fotoğrafını düşündü. muvaffak olamamaktan gelecek olan utancını düşündü. "allahım sen büyüksün. doktora da gidemem ya bunun için! sen bana yardım et." diye dua edip yatağına oturdu, yedi ayet el-kürsi okuyup uzandı. rüyasında muhafazakar bir genç kızla aleksandır palavros eşliğinde çay yudumladıklarını gördü.

5 Mart 2014 Çarşamba

Her Dünyanın Hastalığı Kibirdir Kardeşim!

Efendim, bana dini referanslarla gelerek kadın ezmeye çalışan tipler için biraz da bu anlatımım. (Sinirim geçmiyor, geçemiyor ve ve düşündükçe, durdukça ezecek şeyler aklıma geliyor. Ne çok zaman olmuş "erk"e vurgun insanla tartışmayalı; körelmişim, her şey aklıma geç gelir olmuş. Neyse) Bunun dışında da zaten kibirli olup da kibirli olmadığını zanneden müselman kardeşlerimiz için. Icık götünüzü başını toparlayın diye, uyarı mahiyetinde.

İşte, lisanstayım, ikinci sınıfta falan sanırım. Hocamızın biri ödev olarak çeviri ödevi vermiş. İşte Amerika'dan bir kitap getirmiş hocamız (ismini ne yazık ki hatırlamıyorum, hatırlasam indireceğim ya da alacağım bir yerlerden), bize de bölüştürmüş çevireceğiz işte sınıfça. Bu arada, hocamız İngilizce biliyor, yani oradan kendi kendine faydalanmamıştır herhalde. Dil sıkıntısı olsa hocadan kıllanırdım. Kitap çok ilginç bir kitap. İslam Edebiyatı üzerine. Dönemin İslamî tartışmaları ile şekillenen şiirlerden bahsediyor.

Bana sanırım 25 sayfa civarında bir yer düşmüştü (ulan, tüm kitabı alaydım ya fotokopi olarak! Şimdi şimdi anlıyorum kıymetini). Tüm sınıf sövüyor tabii böyle bir ödeve. Demesi ayıp, tercüme ofisine veren felan vardı ödevi. "O kadar yüksek burs alınca böyle rahat para savuruyorlar herhalde" diye düşünmüş ve çok sinirlenmiştim. Bir kısmı da sevgilisine çevirttirdi. Ben de bir arkadaşımdan yardım aldım ama beraber çeviriyorduk ve sonrasında da hocaya gidip "ama zor metindi hocaaaam bikbikbik" diye ötmeyen yine tek ben oldum, kendileri tek cümle çevirmemişken ötüp durdular. Ha, o dönemde benim de yaptırabileceğim birisi olsaydı çevremde yaptırır mıydım ödevi ona bilmiyorum ama şu andaki etik anlayışımla hiç uyuşmuyor. O zamanki etik anlayışımın sertliğinden şüpheliyim ve net hatırlamıyorum. Neyse. Metin çok ağırdı ama gerçekten de. Hatta tercüme ofislerinden birisi arkadaşlardan birisine "bir daha böyle metin getirme bize" demiş falan. Kız öyle demişti. -Reklamlaaaar-

Benim çevirdiğim kısımda bilimum her peygamberin isminin İngilizce karşılığını öğreniyordu insan. Uzun uzun 12. yüzyıldaki İslamî tartışmalardan "Yaratılış"ı ele alıyordu o bölüm. Çok ilgimi çeken bir kısım olmuştu. Aynı şekilde bana yardım eden arkadaşım da "çok mantıklılar laaaaan" diyerek gözlerini fal taşı gibi açmıştı. Şimdi o metindeki en dikkat çekici ve asla unutmadığım ve muhtemelen de unutmayacağım tartışmayı size özetlemeye geldi sıra. ("Amanın bu hatun münafııııık" nidaları ile gelmeyin bana bunları aktarıyorum diye. Emin olun o dönemdeki din alimleri şimdikine bin basar, dertleri "Aleviler şöyle, Sünniler böyle"den çok daha öte ve kafayı çalıştırmışlar.)

Efendim, 12. yüzyıldaki İslam alimleri "şeytanın cennetten kovulması" konusunda oldukça düşünmüşler. Bu varlık neden kovuldu? Suçu aslında neydi ya da gerçekten de suçlu muydu? Bize burada farklı bir şey anlatmaya çalışıyor olabilir miydi Yaratıcı? Bir grup bir önerme ile karşımıza çıkıyor önce. Diyorlar ki özetle; "Allah insandan evvel şeytanı (melek olmayan, iradesi ve düşünme kabiliyeti olan, ateşten bir varlığı) yaratmıştı. Onu yarattığında da aynı insana demiş olduğu gibi demişti ki 'Benden başkasına secde etmeyeceksin. Senin tek üstünün, seni tek yaratan Benim." Sonra insanı yarattı Allah. Ardından da şeytana dedi ki 'Bu yarattığım insana secde edeceksin!' Yani Allah bunu diyerek kendi ile çelişmişti. İlk verdiği emre uygun olmayan ve muhtemelen Allah'a aşk duyup düşünebilen bir varlığın reddeceği bir emir. Şeytan da Allah'a olan aşkından bunu reddetmişti. Yani ortada bir suçlu var ise o da Allah'tı. Şeytan burada tamamen aşkının ateşi ile maşuktan vazgeçemeyen olmuştu. Bu büyük aşk ise şeytanın cennetten kovulup lanetlenmesi ile son bulmuştu." Bir açıdan baktığımızda bu önermeyi sunanların haklılığı var. Ancak bu önermeye o dönemde yanıt verenler daha mantıklı bir sav ile ortaya çıkıyor. Diyorlar ki "Evet, Allah şeytana önce sadece kendisine secde etmesini emretmişti. Ancak şeytanın buradaki sınavı farklı idi. Önemli olan insana secde edip etmemesi, ilk emri unutup unutmaması değildi. Şeytanın kibrinin ölçüsünü net biçimde görmekti. Şeytanın Allah'a karşı çıkışı 'Senin ilk emrin sadece Sana secde etmemdi. Senden başka da İlah tanımam. O sebeple insana secde etmem.' şeklinde değildi. 'Ben ateşten yaratıldım o ise pis çamurdan. Malzememiz farklı ve benim malzemem daha kuvvetli. Bu sebeple ben ondan üstünüm ve üstün olduğum için secde etmem' şeklindeydi karşı çıkışı. Yani katıksız kibir. Şeytanın cennetten ve huzurdan kovulup lanetlenmesinin sebebi emri yerine getirmemesi değil, kibriydi. Bu durumda insanlar olarak görmezden geldiğimiz en önemli günah da kibirdir. Kibir sadece kovulmayı değil, lanetlenmeyi ve affedilmemeyi de beraberinde getirir."

Benim çok mantıklı bulduğum bir yanıt bu. "Kibir"in nasıl bir sorun olduğunu görmemizi sağlar mı bilmiyorum. Ama kendisine "Müslüman" diyenlerin oturup bunu tekrar düşünmeleri gerekir. İsrailoğullarının başına ne gelirse kibirlerinden gelir mesela Kur'an'da anlatılanlara göre. Ekler de "Onlar gibi kibre kapılmayın, kendinizi üstün görmeyin" diye. Bu durumda gerzek ötesi bir şekilde "Biz erkekler kadınlardan önce yaratıldık. Siz de bizim parçamızdan yaratıldınız. Yani bizdensiniz, yani biz üstünüz" gibi kibir dolu, kendini ve haddini bilmezce laflar beni çileden çıkartıyor. Kafalarını duvara gömmek istiyorum.

Evet sevgili kendini Müslüman addeden kardeşlerim. Kibrinizi yenmeye ne dersiniz? Üstünüzdeki şu pisliği de atsanız artık, ha? Nasıl olur?