Damağı fazla sıcak çaydan yanmıştı yine. İçinden küfrediyordu kendisini çaya alıştıran bu düzene. Çay içmese ne öğrenci olduğuna ikna edebilirdi insanları, ne edebiyatla ilgilendiğine ne de Müslüman olduğuna. Şarttı çay içmesi. Çay şakirtin mazotuydu bir kere. Kahve yozlaşmış gençlerin işiydi, ecdadını red idi (çayın kahveden sonra Osmanlı topraklarına gelmiş olmasını es geçiyoruz burada). Biz Osmanlı soyuyduk, o evliyalar gibi çay içmeliydik. Ancak çay-sever evliya olarak sadece Bediüzzaman'dan bahsedebilecek olsak da o da ecdadımız idi.
Eline Bediüzzaman'dan satırlar aldı. Şu satırları okuyunca duraksadı; "Evet iki sene evvel, bütün Ramazanda üç ekmek, bir okka pirinç ona ve dört kedisine kâfi geldiği gibi; bir sene evvel üç fırancala, bir Ramazan yine kâfi gelmişti. Bu Ramazan-ı Şerif’te otuz günde, yarım okka yoğurtla, yarım okkadan daha az pirinç ve dört kuruşluk bir fırancala yediğini (yalnız bir-iki kupa çay içmek ve iftar zamanında bir çay kaşığı bal yemek müstesna) başka bir şey yemediğini bizzât müşahede ettik." Demek "kupa" o zaman da vardı. O zaman da "kupa" deniyordu. Gerçek bir İslamcı olma yolunca ince belli bardak tercih etmesi şart değildi. Bu satırları aklına yazdı ve kupa ile çay içtiğini gören arkadaşları surat eğerken bu satırlardan bahsetmeyi, Hoca Hazretlerinin de çayı kupa ile içtiğini belirtmeyi düşündü. Olası diyaloglar kafasının içinden ardı ardına geçiyordu. Diyaloglar yavaş yavaş tıkanmaya başlayınca kendine gelme belirtileri zuhur etti. Bir kız DM'den yanıt vermişti kendisine. Israrcı ve abazan görünmemek adına biraz seyrek yanıt veriyordu kendine zor hakim olarak da olsa. Elbet bir gün o da başaracaktı ve o güne yaklaştığını hissediyordu.
Eline Bediüzzaman'dan satırlar aldı. Şu satırları okuyunca duraksadı; "Evet iki sene evvel, bütün Ramazanda üç ekmek, bir okka pirinç ona ve dört kedisine kâfi geldiği gibi; bir sene evvel üç fırancala, bir Ramazan yine kâfi gelmişti. Bu Ramazan-ı Şerif’te otuz günde, yarım okka yoğurtla, yarım okkadan daha az pirinç ve dört kuruşluk bir fırancala yediğini (yalnız bir-iki kupa çay içmek ve iftar zamanında bir çay kaşığı bal yemek müstesna) başka bir şey yemediğini bizzât müşahede ettik." Demek "kupa" o zaman da vardı. O zaman da "kupa" deniyordu. Gerçek bir İslamcı olma yolunca ince belli bardak tercih etmesi şart değildi. Bu satırları aklına yazdı ve kupa ile çay içtiğini gören arkadaşları surat eğerken bu satırlardan bahsetmeyi, Hoca Hazretlerinin de çayı kupa ile içtiğini belirtmeyi düşündü. Olası diyaloglar kafasının içinden ardı ardına geçiyordu. Diyaloglar yavaş yavaş tıkanmaya başlayınca kendine gelme belirtileri zuhur etti. Bir kız DM'den yanıt vermişti kendisine. Israrcı ve abazan görünmemek adına biraz seyrek yanıt veriyordu kendine zor hakim olarak da olsa. Elbet bir gün o da başaracaktı ve o güne yaklaştığını hissediyordu.
Feysbuk'a girdi bu sefer. Hatun kişi ile burada da arkadaş olmuşlardı. Daha rahat yazılıyordu 140 karakter sınırı olmadan. "Feys kasıyor, Sıkayp'a gel" diyecekti ancak sapık sanılmaktan korktuğu kadar aşırı klişe bulunmaktan da korkuyordu. O, nevi şahsına münhasır bir bey gibi görülmek istiyordu hatunlar tarafından. Şimdi de bir ileti yazması gerektiğini düşünüyordu. Filistin çok da umurunda değildi ama onunla ilgileniyor görünmek hem romantikliğin hem de İslamcılığın gereklerindendi. Halbuki o ana kadar Lazkiye olsun, Uygurlar olsun biri umurunda olmamıştı, Müslüman olsalar dahi (desteklemesi için Müslüman hatta mümkünse Sünni ve Hanefi bir Müslüman topluluk olması gerekiyordu). Yanlış bir yeri desteklemiş olsa sonra Allah'a bunun hesabını nasıl verirdi? Destek olmamanın açıklamasını yapmak çok daha rahattı. Güçlenmesi gereken Allah taraftarı bir topluluğu nasılsa Allah yüceltirdi zaten.
Düşündü, düşündü... Filistin'den de biraz uzaklaşmak lazımdı artık. Ayrıca Gülen'i mi sevmeliydi, Erdoğan'ı mı bilemiyordu. Hangi yöne kaymalıydı. Biraz bu konuda da düşünmesi lazımdı. Kim kazanırdı acaba? Daha sonra başına kim bela açmazdı. Hala karar veremediğinden konu hakkında yorumda bulunmuyordu. Değişiklik yapmalıydı. Risalelerden bir şeyler koysa... Çok da sağa sola dokunmaz ama beğenilecek bir şey... Ayrıca "layk" almaktan çok hoşlanıyordu feysbukta. Belki birisi "Paylaş-Share" butonuna basardı da biraz daha yayılırdı sözleri. Sevenleri artardı belki. İnsanlar saygı duyardı kendisine, sosyal medyada da olsa ve 3 saniye sonra unutacak da olsa.
"Vahdet-ül Vücud meşrebine sebebiyet veren aşkın enva’ından en mühim sebeb, aşk-ı dünyadır. Mecazî olan aşk-ı dünya, aşk-ı hakikîye inkılab ettiği zaman, vahdet-i vücuda inkılab eder. Nasılki insandan şahsî bir mahbubu, muhabbet-i mecazî ile sever. Sonra zeval ve fenasını kalbine yerleştirmeyen bir âşık, mahbubuna aşk-ı hakikî ile bir beka kazandırmak için, Mabud ve Mahbub-u Hakikî’nin bir âyine-i cemalidir diye kendini teselli eder, bir hakikata yapışır." satırlarını uygun buldu iletisi için. Feysbuk'un harf sınırını da zorlamamış oldu seçtiği bu bölüm ile. Bazen bildirimler gecikiyor diye rifıreş yaptı sayfaya kaç layk aldı, kaç kişi yorum yaptı bir an evvel görebilmek için. Bir yandan da bu halinin ruh hastalığı olup olmadığını sorguladı ancak "e herkes böyledir herhalde" diyerek bu endişesini üstünden attı.
Gecenin ilerleyen saatlerinde paylaştığı metni aldığı "Barla Lâhikası" üzerine yürüşmekte olduğu hatun kişi ile konuştu. Aslında daha çok hatun kişinin yorumlarını okudu, birkaç ekleme yaptı. Katılmadığı hiçbir şeyi belirtmedi. Soğutmamak lazımdı kızı kendinden. Ne de olsa uzun zamandır yürüşebildiği ilk insandı. Bu kızı kaçırmamalıydı. Arada bir de "Kurtuba"ya gittiğini geçirince kız, "Oldu bu iş!" dedi. "Sevdiğin bir yer ise yüz yüze tartışmak isterim seninle bunları" dedi. Hatun kişi ise "Elbette! Hem güzeldir çayları!" dedi. "Hay çay gibi... Damağım şiş hala!" diye geçirdi içinden ancak, "Çayı güzel olduğu sürece her yer uygundur bana!" dedi. Böylece hafta sonu buluşmak üzere konuşmayı o günlük sonlandırdılar.
Yatağa girdiğinde kızı düşündü. Kendisinden 2 yaş küçüktü. Fotoğrafını görememişti çünkü profilindeki tüm resimler ya bebek fotoğrafı idi ya da üstüne börtü böcek konmuş çiçek. Birkaç da su damlası, kar tanesi falan vardı. Nasılsa bulurlardı birbirlerini. Bunları düşünerek uyumak için kendisini zorladı. Sabah uyandığından kendisini "sevgilisi olan bir bey" gibi hissediyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder