İsmi lazım değil, bir dersteyim (ders isimleri üniversiteden üniversiteye farklılık gösterdiğinden ders ismi üniversiteyi belli edecektir.). Hocası Leyla Hoca, ihraç şimdi imzacı olduğu için. Tez hocam olacak kişinin kankası o dönemde (Sonradan ne oldu bilmem. İhracının ardından tek kalem destek çıkmalık laf etmedi kankası için.). Ders aslında çok güzel. Mülakat öncesi okuma listesinde olmayan materyaller de okuyoruz ders için. O sebeple daha da güzel benim için. Ne var ki ders öğrenciler tarafından 20 dakikanın sonunda “Evinde kurabiye yapıp satan kadın toplumsal cinsiyet rollerini tekrar etmiş olmuyor mu?” tartışmasına döndürülüyor. Her ders ama… Bir sonuca varamıyoruz. Varmamız şart mı, o da tartışılır bence. Bu tartışma yüzünden dönem bitse de gitsek moduna geçmişim. Konuyu buna çekenler de teneffüslerde yakınıyor hep derste bir şey öğrenmiyoruz, konu hep buna geliyor diye. Bir de gerçekten sıkılanlar var, konuyu buna getirmeyen. Orta Anadolulu Sünni aile çocuğu olan Leyla Hoca’mıza gık diyen yok dersimizde. Çünkü rütbe… Kesinlikle içten içe bir erk sevdası var bazı insanlarda. Bir gün hocamız yakınıyor “Evi bok götürüyor. İş bölüşümü yapmadan temizlik yapmıyoruz, bölüşüm yapacak vakit olmadığından temizlik hiç yapamıyoruz. Siyasi görüşümüz nedeni ile de temizlik çalışanı almıyoruz. İyice pislendi ev.” diye. Evinizi temizleriz biz diye atlayan öğrenciler… Hiç müdâhil olamıyorum yine. Neden olayım ki? Gidip temizleyen oldu mu gerçekten bilmiyorum, ilgilenmiyorum. Ancak mümkün olduğunu çok net gördüm.
Bir dersimiz var. Herkesin nasıl feminist olduğunu, bunun
idrakine nasıl vardığını, başından neler geçtiğini anlattığı bir ders. Sözde
sözlü tarih çalışması. Ancak kırk kişinin karşısında bunu anlatmak zorunda
olmak yaşananlardan da farklı bir travma. Sözde zorunlu değil ancak zorunlu.
Tam okul mantığı, zorunlu seçmeli ödev. Bunu anlatınca, yazıya dökünce neye
göre notlandık hiçbir fikrim yok. Gözaltında işkence gören, evlendiği adamdan
şiddet gören, aileden şiddet gören… Bu sefer kimin daha çok acı çektiği
yarışmaya başladı. Hâlihazırda hırsla birbiri ile çekişenler acı ile çekişmeye
başladı. Kendi çektiğimi “Ben hiç acı çekmedim, neden çekmedim?” diye
küçümsemeye başladım. Başkasına daha çok üzüldüm. Kendime resmen az acı çekmiş
olmaktan kızdım. Haddine mi dedim, neden daha çok çekmiyorsun? Orta Anadolulu
Sünni Türk aile çocuğu olarak sen bir sus dedim kendime. Dönemin sonunda baktım
ki ben kendi kimliğimden nefret eder olmuşum. Etraftan etkilendiğim için
kendime kızdım bu sefer. Herkes bir şeyler yaşıyor, üzülüyor, acı çekiyor ve
herkesin çektiği kendine acı. İnsan çektiği acının azlığından utanır mı be?
Utandırdılar yemin ederim. Gerçek sözlü tarih bu deyil.
Malumunuz tez danışmanım olarak kimi istediğimi bilerek
girmişim bölüme. Kadınla da ara ara konuşuyorum, zaten Cennet Hoca’m da haber
etmiş ona. Tez konusu tartışıyoruz falan. Neyse, belirledik konuyu ikinci
döneme. Bu arada ders saatinde bu hocanın gelmeyeceğini öğrenmişliğimiz falan
var. Ya da beklemişiz beklemişiz ancak gelmemiş. Sözleştik, 11.30-12 arasında
bi uğra dedi bana. Sırf onunla görüşmek için gideceğim okula. Erken de çıktım
ancak kaza vardı yolda, 11.50’de girdim odasına. Geç kaldın diye başladı. Bir
azar yarabbi amanın! Sahip olduğu erki dibine kadar kullanıyor bana karşı. Dedim
ben bu kadınla mı çalışacağım gerçekten. Mesaj da atmışım henüz yoldayken kaza
var, yetişmeye çalışıyorum diye. Görüşmemiz de 5 dakika falan sürecek. Tribi
bitmedi. Uygun değilseniz sonra konuşuruz dedim, çıktım. Konuyu araştırmaya
başladım ben. Başta bir tezimiz var, tezin başlığı buna göre konmuş. Ancak
araştırdıkça bu tezimizin yanlış olduğunu görüyorum. Hocaya mail yazdım. Dedim
böyle böyle, ben mi yanlış kavrıyorum? Yanlış kaynaklara mı bakıyorum? Bana
çıkış yolu için bir öneride bulunun. Haklı isem tezimin adı değişmeli. Bakın,
bu ciddi bir sorun. Dilekçe falan vermem gerekecek, kaynaklarım değişecek. O
ana kadar hazırladığım her şey çöp doğal olacak. Hoca’dan 6 hafta yanıt
bekledim. 6 haftanın sonunda gelen yanıt: “Bence öyle değil, sen az daha bak.”
Bu kadar. Başka hiçbir şey yazmıyor mailde. Acaba o da mail adabı muhabbeti
yapıyor mudur öğrencilerine? Daha sonradan gördüm, tez hocamın yayımlanan ilk
makalesi babası, ikinci makalesi annesi ile. Akademiye harika bir giriş. Ben
utanırdım sanırım. Ya da o ortama doğsam utanmazdım. Kesin konuşmayayım şimdi.
Gelelim Y Üniversitesindeki yüksek lisansıma. X
Üniversitesindeki yüksek lisansımın ilk senesi bitmiş. YÖK’ten karar çıkmış
aynı anda iki lisansüstü program yürütülebiliyor. Ben de hemen Y ve Z
Üniversitelerine kendi lisans alanımda uzmanlaşmak üzere yüksek lisansa
başvurmuşum. Önce Z Üniversitesinin mülakatı var. On kişi alacaklar. Biliyorum,
bibliyografya takıntılılar. Ancak benim bir problemim var: isim hafızam sıfır!
Kitapları genel olarak kapakları ve sırtlarından hatırlıyorum, içinde hangi
konulara değinildiğini biliyorum. Hocanın ismi söylendiğinde ne çalıştığını
söyleyebilirim ancak şunu çalışan hoca dendiğinde bakışlarımda kocaman bir
boşluk oluşuyor. Diğer yandan beni programa almamaları için yazılı+mülakata 100
üzerinden 10’un (hatta 9,bilmemkaçın) altında vermeleri gerekiyor. Buna
güveniyorum. Zaten Y’yi değil, Z’yi istiyorum. Ama Z’nin bu kadar tuhaf
olduğunu nereden bilebilirim?
Z üniversitesine abimle beraber gittik zira onun okuduğu
okul. Hem de bana goygoy olacak. Önce yazılı sınav. Normal bir sınav. Osmanlıca
metin, genel sorular falan. Osmanlıca metin için hocalara sordum:
“Transkripsiyon alfabesi ile mi aktaralım?” Herkes şok. Hoca gülerek
“Yapabiliyorsan yapabilirsin ama öyle bir beklentimiz yok.” dedi. Orada transkripsiyon
alfabesini lisans düzeyinde kimsenin öğrenmediğini (Bir kişi daha vardı bilen
ki onunla da Y Üniversitesinde sınıf arkadaşı olduk.) fark ettim.
Yazılı bitti, iki saat sonra mülakatlar başladı. Bölüm
başkanlığı odasında yapılıyor mülakatlar. Belirli bir sıra yok, canlarının
çektiğini çağırıyorlar. Biz kapıda bekliyoruz. Dört hoca var mülakatta. Biri
bölüm başkanı, biri tersliği ile nam salmış bir hoca (sonra kendisi doktora
yeterlik jürime geldi ama yeterlikte nedense beni sevmiş :S). Girdim. Kadın
çalışmalarında yüksek yaptığımı duyunca bir gerginlik herkeste. Bana diyorlar
ki ikisi arasında karar vermelisin. Diyorum ki asıl alanım edebiyat ancak
oradan öğrendiklerim burada da işime yarayacak ve ben disiplinler arası
çalışmaya inanıyorum. Hem sizin de feminist okuma üzerinden makaleleriniz var,
ben bunu daha da derinleştirmek istiyorum. Yaptığımın yanlışlığına ikna çabası
ile geçti mülakatın yarısı (belki daha fazlası). Sonra aldığım derslerdeki
hocalara taktılar, pek genç falan diyerek. Devam ettik. Bibliyografya faslı başladı.
Dedim ki benim isim hafızam problemli ancak hem bilgisayarımda not tutuyorum,
ihtiyaç duyduğumda bakıyorum hem de kitapları sırtlarından ve kapaklarından
hatırlıyorum. Hocaların dillerini de tek okuyuşta ayırırım ancak isim hafızam
yok. Sonra bana bölüm başkanlığı odasında asılı olan tüm fotoğraflardakileri
sordular, hönk diye kaldım. Zaten gerginim. En sondaki fotoğraf o sıradaki
bölüm başkanının fotoğrafı. Kadın karşımda ama o ikisini eşleştiremiyorum. Daha
da bozulup triplendiler falan. Üstüne Y Üniversitesine başvurduğumu öğrenince
wuhuuuu daha da çekici oldu. Üniversiteye de karar verecekmişim. Gönlüm buradan
yana ama neden ikisine de başvurmayayım dedim. Çıktım, ne olduğunu da
anlamadım. Ertesi sabah Y Üniversitesine gittim, yazılı sınava girdim. Sözlü
yok. Gelen iki hoca da suratsız. Sonra o hocalardan biri benim tez hocam oldu.
Dünyanın en tatlı kadınlarından biri imiş meğer.
Üç gün sonra Z Üniversitesi sonuçları açıkladı. 7 kişi
almışlar, 1 kişiye bilimsel hazırlık yazmışlar, ben kabul edilmemişim.
Anlaşılan yazılı+mülakattan 0 almışım ki yazılının 0 olma ihtimali yok.
Bilimsel hazırlık yazdıkları eğitim fakülteli ancak onun mezun olduğu
üniversitede 4 yıl edebiyat bölümü okuyorlar, 5. yıl eğitim bilimleri
derslerini alıyorlar. Yani aslında edebiyat mezunlarından bir farkı yok. O kız
Y Üniversitesinin yazılı sınavından 95 alarak giriyor bölüme. Bilimsel hazırlık
okumamak için de Y üniversitesine başlıyor. İyi ki başlıyor. Zira o olmasa idi
zannederim çekilmez olurdu edebiyat yüksek lisansım da.
Geri dönelim X üniversitesindeki yüksek lisansıma. İkinci
yılımdayım. Bu yıl aynı zamanda Y Üniversitesinin Yeni Türk Edebiyatı tezli
yüksek lisans programına kabul almışım, kaydımı yaptırmışım. Derse gidip
geliyorum. Arada X Üniversitesine uğruyorum, seminer dersine katılıyorum. X Üniversitesindeki
tezime de başlamışım. Dönemin başı. Ada Hoca’nın odasında daha evvel
konferanslarımıza daim dinleyici olarak katılan, kendisi ile aynı partiye üye
ve kankası olan kadını görüyorum. Tezsiz yüksek lisansa girmiş. Ada Hoca
“Seneye tezliye alırız seni. Yeter ki sınırı geç. Hallederiz.” diyor. O sene
gerekli dil puanını almasına rağmen tezliye geçişi kabul edilmemiş gayet
çalışkan insanlar var. Tezliden de tezsize geçenler. Eminim, o kadını tezliye alacak
ama. Aradan iki yıl geçiyor. Yüksek lisansta alt dönemim olan biri ile
tanışıyorum. Öğreniyorum ki Ada Hoca kankasını tez öğrencisi olarak almış.
Etik, ahlak ahkamları boşmuş diyorum. Bölümden daha da soğuyorum.
Yine kısa bir mola verelim bu olanlara.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder