-ah, kitap kokusu... ne güzeldin sen. elektronik kitaptan hiç aynı zevk alınır mı? kokusu olacak kitabın kokusu!
-neden böyle diyorsun ki şimdi? önemli olan bilgi edinmek değil mi?
-bilgi de önemli tabii ama o koku yok mu... elektronik kitap okuyuculardan aynı tadı almak mümkün mü? kitap kitap gibi kalmalı. binlerce yıldır bu şekilde, sahifelerde, yapraklarda yer almamış mı metinler? bunu bozmak niye?
-yahu, iyi güzel hoş da matbaa da sonraki teknoloji. "nerede hattatların sigara kokusu? onlar olmadan kitap okuyamıyorum" diyeydin bari.
-olur mu efendim? ne alakası var?
-şunu kabul etsene sen, teknolojiye uyum sağlayamıyorsun. osmanlı'da olsan matbaaya karşı çıkanlardan olurdun. bak işte, bilgi daha hızlı bir şekilde yayılıyor artık. islamcı olmak için saçmalamayı kessen. ayrıca çay içerken yüzünü ekşitiyorsun. mecbur değilsin içmeye. zorlama kendini.
-ne alakası var?! damağım yanmıştı akşam, ondan o.
-e o zaman iyileşene kadar içme. su, soda, limonata iyi gelir.
-neden ben sana soracak mışım? seni hassasiyetleri olan bir insan sanıp ondan buluşmak istemiştim seninle.
-hassasiyetlerim var benim. ama senin gibi görüntüde değil. fark bu. şiir paylaşarak insanlığa adım atmış olmuyorsun. şu anda gözümde nasılsın bilmek ister misin?
-umurumda değil ama söyle bakalım.
-tamam umurundaymış. alfred bester'in muhammed'i öldürmek diye bir hikâyesi vardır. en sonda da şöyle bir diyalog:
"Yanlış." diye tekrarladım. "Beni dinleyecek misin Henry?"
"Oh, söyle hadi," dedi.
"Fark ettin mi, sanki bir hayal gibi oldun? Boyut, sınıflama?"
sonuç olarak aslında bir spagetti sosu olmuşlardır bir şeyleri değiştirmeye çalışırken. işte sen o spagetti sosu bile değilsin. çünkü değiştirmeye çalışmadın hiçbir şeyi! sadece kendi kendine yaşadın ama değiştirme çaban varmış gibi göründün insanlara. senden bir bok olmaz dostum! al nargileni ve çayını da git buradan!
nefes nefese uyandı uykusundan. bu nasıl bir kabustu böyle? mesajlaştığı kızla kurtuba'da buluşmasına 3 saat kalmıştı. öyle korkuyordu ki hayatında ilk kez böyle bir rüya görmüştü. hem alfred bester de kimdi? hiç okumamıştı ki. kesin bilinçaltına o pis bilim kurgu seven solcu sınıf arkadaşları sokmuştu kafasına bu adamı. öyle biri var mıydı acaba? araştırmaya üşendi. yatağından doğruldu. önce duşa gitti. ya kız çok güzelse? ya çok etkilenirse? kıza rezil olmamak için duşu uzun tuttu. dişlerini fırçaladı. gidip kahvaltı yaptı. canı sucuklu yumurta çekmişti ama kokar diye yapmadı. onun yerine yumurta haşladı, yağ, peynir ve bal yedi. tatlı olmasaydı nasıl yaşayacaktı acaba. demli demli kupa çay içti. sevmemeye başlamıştı çayı ama içmeliydi. sonra kalktı. hazırlandı. kareli gömlek çok modaydı. onu giyindi. krem rengi pantolonunu geçirdi altına. saçlarını taradı. burberry parfümünü sıktı. aslında çakma idi ama kimse bunu bilmiyordu. orjinali kadar kalıcı olan bir çakma bulmuştu. onunla devam ediyordu kullanmaya. işe maaş almaya başladığı gibi orjinallere geçecekti. işi olmazdı onun bunlarla yoksa. içi üst sınıftı. sadece parası yoktu şimdilik. allah'ın izniyle kendisi de birçok benzeri gibi sınıf atlayacaktı. ailede yoktu ama kendisi sınıf atlayabilirdi pek âlâ. buluşmaya 1saat kala evden çıktı. hafta sonu idi ne de olsa. trafik olmazdı. yetişebilirdi. zaten hanım değil miydi o, kesin geç kalırdı. telefonuna baktı mesaj var mı diye, yoktu.
otobüse bindi. çantasından itibar dergisini çıkarıp okumaya başladı. amacı ezberlemekti şiirleri. kıza bunları okuyacaktı. aklına alexander palavros (metnin devamında "a.p." diye kısaltılacaktır) geldi. acaba onun kitabındaki bölüm başlarındaki şiirleri mi kullansaydı. içli gibi. düşünceli gibi...
düşüne düşüne geldi kurtuba'ya. oturdu, çay söyledi. aslında kahve içesi vardı. bekledi, bekledi... yaklaşık yarım saat sonra hanım hanım çıtı pıtı bir kızımız yanında peyda oluverdi. çok esmerdi. minyon tipliydi. gözleri büyük, burnu küçükçeydi ama orantısızdı. içinde bi sıkıntı oldu. "belki sohbeti iyidir. arkadaş oluruz." dedi. konuşmaya başladılar.
sohbet koyulaştı. kızımız hiç zannettiği gibi birisi değildi. gerçekten de islamî hassasiyetlerle yoğrulmuştu. bilmeden konuşmuyor, emin olmadığı şeyi belirtiyordu. birçok kişiyi (özellikle de bazı şairleri) sadece çıkar için böyle davranmakla suçluyordu. hiç alışık değildi böyle bir tavra. kendinden emin değildi artık. ama o bu yola baş koymuştu, dönemezdi. bir ara araya şiir sıkıştırmış olmak için;
-a.p. bir kitabının bir bölümünü kendi şiiri ile açar. der ki "Bu fenada bir garipsin / Gülme gülme, ağla gönül / Derdin dahi çoktur senin / Gülme gülme, ağla gönül" ne kadar da içli...
-a.p. mi yazmış bunu?
-evet.
-emin misin?
-tabii ki eminim! o kadar yıldır okurum ben a.p.'yi.
-ahahahahahhahaha
-ne oldu?
-yunus emre'nin o.
-yok canım.
-hatta şöyledir: "bir garipsin şu dünyada / gülme gülme ağla gönül / derdin dahi çoktur senin / gülme gülme ağla gönül / ebubekir sıddık veli / odur peygamberin yari / hani ömer, osman, ali / gülme gülme ağla gönül / bir gün ola ecel gele / kullar kulluğunda kala / cümle mahluk toprak ola / gülme gülme ağla gönül /işi gücü cevr u cefa / dünya kime kıldı vefa / hani muhammed mustafa / gülme gülme ağla gönül / onlar cihane geldiler / hep gittiler kalmadılar /gülmediler ağladılar / gülme gülme ağla gönül / aşık yunus söyler sözü / kanlı yaşlar döker gözü / eğer yazın eğer gözün / gülme gülme ağla gönül" şimdi sen buna a.p.'nin mi diyorsun?
-nasıl yani? gerçekten böyle mi bu şiir?
-çok bildiğini sanıp iddia etmesen keşke. kimse boşa uyarmaz seni.
çok zoruna gitmişti. bir hanım ondan çok bilmemeliydi. bu kız artık arkadaş olarak bile yanında kalamazdı. birkaç kelam daha ettikten sonra yine edebi sohbet etmek üzere anlaşıp ayrıldılar. ama bir daha bu hanım kardeşimizi aramamaya karar vermişti.
evine gitti. yine tivitıra girdi. "en iyisi" dedi, "ben birkaç şiir paylaşayım. yeni birileri lazım." sonra durdu. aklına mehmed akif geld. tek mısra tüm geceyi hallederdi.
"asrın idrâkine söyletmeyiz islâmı."
geceyi üç yeni romantik islamcı kızla tanışarak kapattı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder